Hız ve Haz

Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm, çalıştığım, eğitimlerde, seminerlerde anlattığımı iki kavram var: Hız ve haz. Tam de bu günlerde, bu kavramların hayatımızda ne kadar önemli rol oynadığını bir kere daha idrak ettim.

Hız ve haz , davranış olarak, tepki olarak 0-2 yaş, yani bebeklik dönemine ait kavramlar. Bu dönem ilkel benliğin, bir başka deyişle nefsin (terbiye edilmemiş halinin) önde olduğu bir evre. Psikolojide “anında doyum” diye bir kavram vardır.; bu evrede bebek tüm ihtiyaçlarının anında doyurulmasını bekler. Karnı acıktığında, altı kirlendiğinde avazı çıktığı kadar bağırır, ağlar. Diğerkâmlık gelişmemiştir, yani diğerini pek anlayamaz. “Annem de bütün gece uykusuz kaldı, yarın da erkenden işe gidecek diye bir idraki yoktur. Varsa yoksa kendi ihtiyaçları ve onların tez zamanda doyurulmasıdır.

Aslında insanın yaşam çizgisinde bu dönemde bu tepkiler normaldir ve kabul edilebilir çünkü bebeğin başka türlü davranabilmesi için gerekli donanımları henüz yoktur. Kasları gelişmemiştir. Çişini kakasını tutamaz, açlıktan mide krampları hissettiğinde anında ağlamaya başlar.

Beklenen odur ki insanoğlu yaşamda yol, yaş aldıkça bu sadece beşer halinden yavaş yavaş da olsa sıyrılsın büyüsün, yani olgunlaşsın. Sabretmek, beklemeyi bilmek olgunlaşmanın en temel göstergelerinden biridir. Tüm kadim öğretilerde çokça vurgulanan, tavsiye edilen bir yetkinliktir sabır. Modern psikolojide ise son dönemde sıkça duyduğumuz duygusal zekanın temel unsurlarından biridir sabır. Lokum testi deneyini bilmeyen yoktur sanırım. Sabır pasif bir bekleyiş, bir durgunluk hali değildir, var olana uyum sağlamaktır. Başka pencereden bakabilmek, farklı davranışlar sergileyebilmektir.

Ancak modern yaşam tüketim toplumu bizi on yıllardır “hız ve haz”a öylesine kitledi ki istediğimiz şey hemen, şimdi yerine getirilmezse neredeyse bebeğin tepkilerine yakın içsel ya da görünen tepkiler sergiliyoruz.

Hızlı tüketim ürünleri, hızlı yemek, hızlı ulaşım, hızlı internet…. içinde hız geçen ürün ve hizmetler etrafımızı çevirmiş durumda. Sürekli bir şeyler kaçırıyoruz, fırsatlar elden gidiyor kaygısıyla kendimizden uzaklaştık, hayatımızın kontrolünü elimizden bıraktık. “İste gelsin, gitti gidiyor, aldın aldın, son fırsat, stoklarla sınırlıdır, kampanyada son 24 saat, 10 günde verilen kilolar, 1 haftada bembeyaz olan dişler, 20 günde akları giderilen saçlar, önce al sonra öde, kolay para kazanma fırsatları….” Hemen aklıma gelen birkaç slogan ve vaad. Eminim sizin aklınıza da onlarcası gelmiştir.

1.5 ay öncesine kadar o denli bunlarla sarılı bir yaşam sürüyorduk ki durup da “nereye gidiyoruz?” deme ihtiyacını ya da fırsatını bulamıyorduk. Kendimizin farkında değildik. Zaten tüketim yaşam biçimi de bizi bizden uzaklaştırmak, gerçekte neye ihtiyacımız var, ne istiyoruz, özümüzde ne var bunları bize unutturmak için tüm unsurlarıyla taarruzdaydı.

Eric Fromm’dan hareketle insanın olgunlaşma süreci 3 adımda özetlenebilir. İlk seviye sahip olma (to have): Oyum var, buyum var. Onu aldım, bunu buldum. Bunların sosyal medyada duyurulması daha da makbul???? İkinci seviye yapmak, etmek (to do) : 50 ülke gördüm, 70 film seyrettim, 3 master yaptım, dün gece 8 bar gezdik… Üçüncü seviye ise var olabilmek (to be). Olabilmek diyorum çünkü kolay değil. Öze dönmek gerek, tefekkür etmek gerek, nereden geldim, nereye gidiyorum diye düşünmek gerek.

Yaşadığımız dönem bütün bunların yaşandığı bir sınav. Sokağa çıkma yasağının duyurulması sonrası sergilediğimiz tepkiler olgunlaşmadan ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Bir üst sınıfa geçebilmek, büyümek, olgunlaşmak için bir fırsat. İdrakimiz artsın da bu fırsatı değerlendirelim inşallah.

Birde en önemlisi bu yeni süreçte tüm hizmetlerimizi isteğe bağlı olarak online da yürütüyoruz.